Reklam
Bugun...
Reklam
Advert
Demokrasi Sorgusu Üzerine Hatırlatmalar


Yüksel Şahin Karşı Pencere
unyevizyon@hotmail.com
 
 

Hizmet Hareketi, siyasetteki cemaat yapılanmasının “Sivil Toplum Kuruluşları” gibi hareket ettiği yapının adıdır.  Daha düne kadar İktidar’la aktif olarak görevdeydi…

Sonra ne olduysa büyü bozuldu ve cemaate ilk uyarı geldi İktidardan: “Dershaneleri düşünürüz!”    Belli ki, tehdit istenilen hiza-istikamet ayarı yapmadı. Milli Eğitim Bakanı açıkladı:”Dershanelerin uygun olanını okula dönüşecek, uymayanlar kapatacağız…”

  Artık, İktidar-cemaat tartışmalarında zurnanın zırt dediği yerdeyiz.

 Dolayısı ile cemaatin siyasi kanadı “Hizmet Hareketi”nden, İktidar’a eleştiri ve gittikçe gürleşen farklı sesler var. Öyle olunca da İktidar’ın: “Bir savcı, üç polisle, terör örgütü ve çetecilik kapsamına sokarız, bitiririz işlerini ” sözü gündeme düşüverdi. Rivayet bu yönde…

 Cümlenin taşıdığı anlamdan çok, medyada kimin söylediği tartışılıyor…

 Başka tartışma daha var: Aynı yöntemle kimlerin işi bitirildi?!..

  Daha açık tabiri ile bu tavır, bir takım ilişkilendirmelerle, malum davalar üzerinde bir komplo fikrini kuvvetlendiriyor gibi…

Hatırlayın bir general bayram töreninde Başbakan’ın gelişi sırasında ayağa kalkmadı diye çok eleştirilmişti. Ve sonrasında Başbakanımız bir konuşmasında: “Bir General Başbakan tören alanına geldiğinde ayağa kalkmaz mı? Ama gereği yapıldı ve şimdi layık olduğu yerde.” demişti.

Malum, sonrasında kimi gazeteciler, prof. doktorla o general, tutukluluk sürecinde milletvekilliğine aday gösterildiler partilerinden. O bile eleştiri konusu olmuştu:

 

    “Aday mı yoktu? Yapmasalardı… Seçilseler bile çıkamazlar ki…”

 

    Nitekim seçildiler. Yasa gereği, isterse tutuklulukları bitirebilir ve dışardan mahkeme görmelerine rıza gösterilebilinirdi ama yapılmadı. Nedeni yukarıdaki cümlede gizli: ”Seçilseler de çıkamazlar ki.”

 

    Sorarsan derler ki: “Yargı bağımsız, taraf olamayız!”

 

    Öte taraftan: “Ben bu davanın savcısıyım.”

 

    Bu durumda hangi hakim ya da savcı verilen bu kararın dışında inisiyatif alabilecekti ki, nitekim alamadılar…

 

   Ülkede PKK terörüyle 30 yıl mücadele edildi.

 

     Bu mücadelede kırk bin şehit, bir o kadar sakat ve gazimiz var.

 

     İdeallerini, umutlarını, hayallerini söylemeyeceğim; tahmin edin…

 

     Bir yetkili, şehitlerimizin ardından bırakın ağlamasını, cenazelerinin dahi:” Suiistimal ediliyor.” diye anma töreni ile defnedilmesine izin vermedi.

 

     Yine bırakın ağlamayı, şehitlerimiz yeri geldi: “Üç-beş Mehmet”, ”Kelle!” diye hakarete uğradı; ana-baba, dul kalan eşleri, yetim kalan çocukları incitildi.

 

     Yine şehitlerimizin zaman zaman anne-babasına ya da eşine yazdığı mektuplar düştü basına; milletçe üzüldük, ağladık; onları yine etkilemedi.

 

      Bir de ABD hapishanesinde yatan Iraklı Nur’un mektubu var… Uzun uzadıya yazıp canınızı sıkmak istemiyorum. Sonu şöyle bitiyor: “ Her gün ABD askerlerinin tecavüzüne maruz kalıyoruz. Karınlarımızda onların piçleri var. Hür dünyaya, İslam âlemine sesleniyorum:” Bizleri de onları da Allah rızası için öldürün…”

 

      Buyurun insanlığa çağrı yapın ABD hapishanelerindeki zulmü göstermek için; uluslar arası denetçileri çağırın…

 

      Özetle, hiçbirinin mektubu, bir babanın, Mısır’da Rabia Meydanı’nda ölen kızı Esma’ya -Allah’ım rahmet eylesin- yazdığı mektup kadar Başbakanımızı etkilemeyi beceremedi, ağlatamadı… Evlatları ile özdeşleştirip empati yapmasına yetmedi…

 

      Belliki, mevsimine göre ortama yem(!) bırakanlar bu seferde vicdanlara lehte hiza-istikamet(!) vermek için demokrasimizde bu yöntemi seçmiştir: duygu sömürüsü.

 

      Klibin ve mizansenin “hit” olup-olmadığını 30 Martta göreceğiz!

 

 

     İktidar’ın meşrebine göre yazmayan gazetecilerin, gazetelerin durumu malum… Demokrasilerde olur diyorsanız sorun yok!

 

     İktidar, Mısır üzerinden “demokrasi” ve “insan hakları” çağrısı yapıyor; o da malum…

 

     Öncesinde, aynı İktidar Sudan’da darbe ile işbaşına gelen El Beşir’i ülkemizde iki sefer ağırlamıştı. Hem de Lahey’de, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, “ Görüldüğü yerde tutuklanma istemine” rağmen.

  Ki, El Beşir, ülkesinde 35 bin kişiyi katletmek ve 100 bin insanın da açlıktan ölmesine neden

olmaktan bu cezayı almıştı.

 

    Benim darbem, senin darben…

 

     Bakış açısı taraf mantığına göre şekilleniyor. Dolayısı ile kabulleri ya da ret edişleri bu mantıkla

 

yaparken, gerekçesinin içini de bu mantık çerçevesinde demokrasi söylemleriyle dolduruyoruz.

 

     Birinde ölenlerden zerre söz etmezken, diğerlerine ağıt yakıp, insanlık ve demokrasi çağrısı yapıyoruz hür dünyaya. Sonrada çelişkilerimizden anlam çıkarmasını istiyoruz…

 

    Tıpkı Taksim’de, önce %50-50 ayrıştırıp, sonra da “Birlik Mitingleri” düzenlemek gibi…

 

    Başbakanımız geçenlerde bir konuşmasında: “Demokrasiyi sorgularız.” demişti. Basında da yer aldı.

 

     Mütevazi olmak yerine, on yıldır daha saldırgan ve demokrasiyi bir hesaplaşma aracı olarak kullanmaktan ve açık etmekten çekinmeyenler, şimdi de sanırım bu demokrasiyi ve uygulamalarındaki çelişkilerini sorgulayacaklar; kendilerine bir hiza-istikamet tayini, bir özeleştiri olabilir diye düşünüyorum!

Yok; istediğimiz kıvamda değil” diyerek, daha geniş harekât alanı umuyorlarsa, istedikleri geniş alanı sunacak bir demokrasi oyununda, endişelerini de açık ederek kafalarındaki demokrasiyi tarif edebilirler millete; tabi demokrasi ise!



Bu yazı 4169 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANAN HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI