Reklam
Bugun...
Reklam
Advert
Ne için Yüksek Mektep Okudum?


Yakup HALICI Bugün Pazartesi
unyevizyongazetesi@gmail.com
 
 

Geçen gün bir arkadaşım çokbilmiş eda ile “ Ünye’yi siz mimar ve mühendisler bu hale getirdi.” Dedi.
Zaman-zaman sosyal sitelerde böyle ithamlarla karşılaşırız. Onunla da yetinmezler “işte böyle olmalı” diye çözüm önerileri sunarlar.
Çözüm diye sundukları şuradan-buradan aşırdıkları hayallerindeki ev projeleridir.
Zannedilir ki/zannederler ki şehir biraz akılla şıp diye kuruluverir. Yeter ki “hınzırca” düşüncelerle hareket edilmesin, kanunların dediği uygulansın.
Hâlbuki…
Bundan onlarca yıl evvel (iç çekerek) seyrettiğimiz binaları yapan insanlarda hınzırdı. O zamanlarda (bu denli karmaşık olmasa bile) imar kanunları vardı.
Öyle ise neden bu binalara meftun oluyoruz?
Eğer nedenini tek cümle ile söylersem “ne alaka?” Diyebilirsiniz. Ben de size çok alaka derim.
“Biz faniler istiyoruz ki; Yaşarken mükemmeli görmeliyim.”
Şehircilik hocam rahmetli Kemal Ahmet Aru daha ilk dersinde “şehirler planla kurulmaz çocuklar. Şehirler insanlarla beraber gelişirler ve yüz yılda ancak kurulur.” Demişti. Nitekim bu üç nesil demekti.
Yukarıdaki tek cümlelik hükmümü şu şekilde devam ettirebilirim “Hayatı tecrübe etmeden başka bir yaşama geçiyoruz.”
Dolayısıyla öyle bir devirde yaşıyoruz ki doğumumuzdan ölümümüze kadar birçok yaşam standartlarının daha henüz birini özümsemeden diğerine geçiveriyoruz.

Bu işin toplumsal yanı…
Bir de bunun siyasal yanı var. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki; Her iktidarın hayat felsefesi, hayata bakışı farklı.
Hâlbuki şehir “kültür” demek olduğuna göre; Ortak kültürün geliştirilmesi ve mükemmel medeniyet öncelikle milletin uzun vadeli, nesilleri de içine alan ortak idealleri demektir.
Kısaca ortak kültür yaratmak ve geliştirmek için nesillerin aynı duygular içerisinde çaba göstermesi demektir. Elbette yöresel ve sınıflar haklar saklı kalmak üzere…
İşte bu iki şey… Çağımızın hastalığı (ki buna vebası diyorum) “ben yaşarken elde etmeliyim ya da benim dediğim olmalı” felsefesine bir de ülkemiz özeli olan –siyasete kurban ettiğimiz- ortak hayat felsefemizi yani kültürümüzü tarumar etmemizdir. Bizi çıkmaza sokan…
Bu çıkmazın içinde ne mimar-mühendis, ne belediye veya vatandaş… Hepimiz yani ülkenin tümüyle kendisi var ve bu işin toptan sorumlularıyız. Kim daha fazla? Bunun ne önemi var?
Peki, bu hep böyle mi gidecek? Elbette gitmeyecek. Ama biz göremeyeceğiz. Nehir durulacak. Her şey yerli yerine oturacak, imkânlar çoğalacak işte o zaman şehirler kendini bulacak.
… Ve merak etmeyin. Avrupa bunu yaşadı. Bizimle beraber bütün gelişmekte olan ülkeler şu anda aynı sıkıntıları çekiyorlar/çekmeye devam edecekler.
Kısa-kısa;
İmar kanunları mükemmel şehirciliği öngörmez. Sadece disiplin altına almaya “çalışır”. Ustasının yanında hiç çıraklık ve kalfalık yapmamış mimara imza yetkisi verilir mi?
Belediye başkanları bina yapmak için seçilmek isterler. Meclise de mimar ve mühendisleri doldururlar. Bunda bir gariplik yok mu? Uzman olan danışmandır.
Mimar ile inşaat mühendisi arasındaki farkı bilmeyen inşaat sahibi olur mu?
…Ve
Benim gibi sırf “üfürmeyen” bir evde yaşamak için okumuş bir adamdan mimar olur mu?
Bu da benim özeleştirim olsun.



Bu yazı 1197 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANAN HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI