Reklam
Bugun...
Reklam
Advert
Ana Tarafından “Ünyelü”


Yakup HALICI Bugün Pazartesi
unyevizyongazetesi@gmail.com
 
 

Merak bu ya…
Bir gün rahmetli Ulu Büyük Dedeme sordum. “Ulu Dedem bizim soyumuz- sopumuz nereden gelme?”
Rahmetli “ölünün köründen” der gibi baktı, sonra aksakalını sıvazladı. Ya havle çekti “benim büyük-büyük dedem Orta Asya’dan gelmiş, ondan gerisini bilmem.”Diye kestirip attı.
O sualime aldığım cevaptan sonra sık-sık mal-u hülyalara dalardım… Ve kendime şu soruları sorup, cevabını vermek bana büyük haz verirdi.
Atalarım hangi şehrin ağasıydı, kaç kesim toprağı vardı, yanaşmaları kaç yüz tane idi? Kim bilir belki de şehrin hem kadısı hem de sultanıydı. Astığı astık, kestiği kestikti. Üstelik Acem sultanına arada bir “heyt” diye haddini bildirmeyi zamane reislerine miras bırakmıştı.
Günlerden bir gün hayallerimi bir arkadaşıma anlatmak gafletinde bulundum. “Hadi ulan açlıktan nefesiniz kokmasa o kadar yolu neden tepesiniz ki!”
Hayırsız hayallerime limonu boca etti. Hâlbuki bu gidişle Mete Hana kadar varacaktım.
İnsanoğlu bu,
Kendi yerini sağlamlaştırmak, meşruiyet ve itibar kazanmak için kendini, sülalesini illa bir yerlere rampa ettirecek.
Şeyhlere, şıhlara sorduğunuzda, peygamberimizin bilmem kaçıncı kuşak torunu olduğunu ifade eder. İlla bir kazığa bağlanmak bu kadar önemli ise; bütün Peygamber soyları senin gibi şeyh, şıh oldu mu? Sana gelen keramet öbürlerinden neden esirgendi? Ya aralarından biri Bekri Mustafa’nın kankası çıktıysa ne olacak? O zaman kalenderi hasıraltı mı edeceğiz?
Nitekim vaktiyle…
Isparta’da kısa devre askerken bir gün (aynı şehirden hemşeri) birkaç arkadaşlarımla şehir iznine çıktığımda “Gül Turizm’in sahibi şıhımız olur, ziyaretine gidelim” dediler.
Yazıhaneye girdik; bizi kirli sakallı, kilosu göbeğe kaçmış orta yaşlı bir simsar karşıladı. Adam tam “simsar”. Bizi görünce oturduğu yerden hafifçe doğruldu, yarım yamalak selamımızı alırken tertipler hürmet ve hararetle simsarın ellerine sarıldılar. Ben el kadar yazıhanede şıh ararken onlarda simsara hürmetlerini arz ettiler.
Üç beş dakika sonra çıktık. Ben merakla “yahu şıhı göremedik?”
Onlarda “yazıhanedeki adam şıhımızdı.” Ben de “aksakallı, nur yüzlü pir-i fani bir zat-ı muhteremle karşılaşacağımızı zannetmiştim.” Keşke demez olaydım.
Yaşı kemale ermiş olanlar hatırlayacaklardır;
İlçemize bitli turistin yolu düştüğünde bütün ahali meraklı gözlerle onu seyreder, kasabanın avare çocukları da peşinde abone olurlardı. Bulanık bir meyve suyunun dahi kıymetli olduğu
devirlerdi o günler. Ya şimdi? Bırakın bitli turisti eli ayağı düzgün yabancı bile dikkat çekmiyor artık. Zenginliğimizle birlikte hayranlık anlayışımız da değişti. Şimdi itibar Arap’ın kirli çıkınına...
Demek ki insan kendinde olmayana itibar ediyor.
Geçen gün (özellikle) basın mensubu arkadaşlarımız B.Şehir Beld. Başkanı Hilmi Güler’in Ordulu olmayan birini yanına danışman almasına veryansın ettiler.
Keyf Sn. Güler’in değil mi? İstediğini alır, istediğini kovar. Bana göre Sn. Güler burada son derece dürüst davranmış. Ömr-ü hayatında hiçbir zaman Ünye’ye gelmemiş ya da bir kerecik olsa bile ruhunun derinliklerinde Ünye’yi hissetmemiş birini ana tarafından “Ünyelü” diye yutturmuyor hiç olmazsa.
Ama işin şu tarafında da bir gariplik var. Delikanlı heybesini sırtına vurup memleketi terk eder. Bir şekilde gurbette bir yerlere gelir. Sonra dönüp, dolaşıp memlekete geri döndüğünde “Kral Faruk” gibi karşılanır.
Ya da,
İpini koparıp yolu memleketimize düşenler sanki dünyanın bulunmaz Hint kumaşı imiş gibi itibar görürler.
İşin tuhaf tarafı onlarda sonunda buna inanırlar, bundan faydalanırlar. Çoğunlukla da yüklerini tutup geldikleri yere gere dönerler. Bize de yaladıklarımız kar kalır.
Demem o ki; Memleketin kahrını çeken “kapıdaki danalar” hiçbir zaman boğa olamazlar.
Hep dana kalırlar. Sonunda danalık karakterimiz olur.
Vaktiyle,
Bir dostumla sohbet ediyorum; “Biliyormusun Ünye’ye medeniyet biz muhacirler vasıtası ile geldi, medeniyeti size bir öğrettik.”
Keramet muhacirlikte ise biz sizden daha medeniyiz. Çünkü siz beş yüz kilometreden, biz ise beş bin kilometreden gelmişiz.”
Bazen latifeler çok şey anlatıyor. Kabahat onlarda değil ki… Kabahat dana kalmamızda…



Bu yazı 910 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANAN HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI