Reklam
Bugun...
Reklam
Advert
Aha Geldik Gidiyoruz…


Yakup HALICI Bugün Pazartesi
unyevizyongazetesi@gmail.com
 
 

Rahmetli Anam arada bir “aha geldik gidiyoruz.” Derdi.
Elbette…
Hak vakinin ne zaman, nerede ve nasıl geleceği belli olmaz.
Zaten,
Belli olsa insan hüccetten gider.
Yaradan biz fanilere öyle bir duygu vermiş ki…
Öbür tarafa gideceğimizi bildiğimiz halde- ki yaratılanlardan sadece insanoğlu öleceğini biliyor- yine de dünyaya kazık çakmış, yeryüzünden hiç ayrılmayacakmış gibi tamahkarlığın zirvelerini zorlamış, zorlayacak.
Ama,
Bu tamahkarlık denilen illet 
olmasa idi aya ayak nasıl basacaktık?
Bu da işin çelişkili tarafı…
Kâinat, daha doğrusu insanoğlu var olduğundan beri hiçbir yüzyıl yoktur ki tamahkarlık yaşanmasın.
Her devirde tamahkarlık- ben buna acuzelik diyorum- mutlaka günün şartları ve modasına göre şekil almış, kılıktan kılığa girmiştir.
Gelin görün ki;
Yaşadığımız 20’ci ve girdiğimiz 21’ci yüzyıl kadar şekilden şekle giren, işi ayağa düşüren bir başka yüzyıl/yüzyıllar olmamıştır.
Hiç olmazsa eskiden;
Bir yerde yaşananları dağın arka yüzündekiler görmezler, hissetmezlerdi. Duysalar bile hadise soğumuş, şekilden şekle girmiş olurdu.
Şimdi öyle mi?
Hani af edersiniz pıt yapsak anında Fizan ne ki? Dünyanın arka yüzü anında duyuyor.
Yahu oldu bir kere…Ya da kazara kaçırdık desek amenna…
Artık bile bile ve gözümüzün içine baka baka “aha da” demek maharet oldu.
İşi gücü bıraktım kendi kendime bunları meşveret ettim. Neden böyle, bu hal bize nasıl musallat oldu? Ama benim gibi “cürümü ne ki” olanların yiyeceği halt değil.
Her alim kendi bilgi ve meşrebine göre birtakım cevaplar aramış, kendince de vermiş.
Vermiş vermesine de… Yeterli olmuş mu? Daha doğrusu biz aklı karışık olanları ikna
edebilmişler mi?
Zira,
Hastalık Corona’dan da beter, Corona ben geldim diyor. 
Halbuki bu ilet geldiğini belli etmediği gibi kendini öyle bir  albeniye büründürüyor ki… Hayatın gerçeği olduğuna yemin billah ediyoruz.
Onlara da yazık,
Aşağı tükürseler sakal, yukarı tükürseler bıyık. Muhterem dünya nimetleri ile imtihan ediliyor. Ne yapsın, kaçarı göçeri çok, üstelik de mazeret gani…
Bir de,
Eskiden bir elde gülle bir elde iman varmış. Erkeksen iman etme. Her şey alenen. Aynı zamanda verilene, takdir edilene “mecburen” razı idi kul kişisi.
Marabalık da belliydi… Ağalık da… Cengaversen, kulluğu iyi yaparsan, layık olursan “aha sana tımar aha da makam yoksa baltanın küpüsü de az gelir sana” derlerdi.
Ya şimdi,
Ele, bele millete kakala… 
Nasrettin Hoca geldi aklıma, hani demiş ya “ben senin gençliğini de biliyorum.”
Bilsek ne yazar? Memlekette demokrasi var. Her ne kadar (şu veya bu nedenle) istediğimizi söyleyemesek de… Önümüze sürülen tercihlere kullanmak şartıyla da olsa…
Demokrasimizin vazgeçilmezi… İstediğimize oy vermek gibi bir özgürlüğümüz var… Ve tabii ki insan inandığına oy verir.

Fakat burada bir mesele var.

Bizler inandığımıza mı yoksa inanmak istediğimize mi oy veriyoruz? İşte o muamma…

Uzatmadan,
HZ. Ömer’den bir meselle bitirelim bu yazıyı;
“…. Bir şey var ki çok gülerim. Önce hamurdan put yapar. Ona yalvarır, yakarır, ondan medet umardık. Sonra da acıkınca yerdik.”
“Putu taze ile yemek varken neden bayatlayınca mecburen yeriz ki…” Bu da beni güldüren tarafı…



Bu yazı 755 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YORUM YAZ

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANAN HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI